2020’nin Yeni Yıl Günü’nde, sadece birkaç hafta sonra dünya manşetlerinin doğanın yıkıcı bir trajedisinin tekeline gireceğini çok az kişi tahmin edebilirdi. Bir virüs, dünyanın dört bir köşesine nüfuz etti ve günlük varlığımızın temellerini değiştirdi; öyle ki bazıları hayatın bir daha asla aynı olmayacağını iddia ediyor.

Fady Jameel, Başkan Vekili ve Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı, Abdul Latif Jameel.

(COVID-19 olarak bilinen solunum hastalığına neden olan) yeni Koronavirüs SARS-Cov-2, modern toplumu ve tekelleşmiş medya manşetlerini süratle sona erdirdiği gibi, aynı zamanda insanlık, gezegen ve doğayla ilişkimize dair uzun süredir kaynayan tartışmaları yeniden açtı.

Bazılarının iddia ettiği gibi, bizlerin gezegenin ritmik döngülerinde sadece yolcular olduğu pozisyonu savunmak giderek zorlaşıyor; bundan ziyade mevcut pandemi, tanık olduğumuz çevresel değişikliklerin çoğu için katalizör olduğumuzu doğruluyor gibi, görünüyor. Gerçekten de, eğer koronavirüs bize bir şey öğrettiyse, bu, felaket salgınının tekrarlanmasını önlemenin yepyeni bir düşünme şekliyle olacağıdır.

Şimdi süregelen çevresel zarar sorununu sessizce hafifletme zamanı değil; medeniyet ve doğanın aynı karmaşık ve hassas ekosistemi paylaştığını kabul etmek için sorunu gündeme ve merkeze taşıma zamanı. Ve sonunda çocuklarımızın ve çocuklarımızın çocuklarının geleceğini belirlemenin, diğerlerinden daha çok bizim neslimizin kaderinde var olduğunu kabul etme zamanı.

© Instagram’da “Statisticallycartoon”

İklim değişikliği tartışmalarını bir kenara itmenin zamanı değil

Oslo’daki Uluslararası İklim Araştırmaları Merkezi’nde (CICERO) direktör olan Glen Peters, Nisan 2020’de, koronavirüsle mücadelenin iklim değişikliğiyle mücadelede kaydedilen ilerlemeyi ‘durduracağını’ söyledi.

“Muhtemelen önümüzdeki 6-12 ay boyunca yapılacak politika tartışmalarında iklimden söz edilmeyecek,” dedi. “Gündem koronavirüs ve ekonomik düzelme ile ilgili olacak.” [1]

Nedenini rasyonelleştirmek oldukça kolay. Sonuçta, sadece birkaç ay için dünya nüfusunun yarısı sokağa çıkma kısıtlaması koşulları altındaydı ve Tabiat Ana, en azından gözle görülür yaralarını iyileştirmek için oldukça hızlı bir şekilde işe koyulmuş gibi görünüyor.

Hepimiz şu hikayeleri duyduk ve resimlerini gördük: Venedik’te kristal berraklığında akan kanallar; Delhi’den Pekin’e sisli olmayan günler; kirliliğe uzun süre terk edilmiş su yolları ve uçuş rotalarını geri alan balık ve kuşlar.

Çin’de emisyon azaltımları. Kaynak: © Reuters Graphics, NASA verilerine dayanmaktadır.

Bu yazı kaleme alındığı esnada, küresel hava trafiği kriz öncesi seviyeye göre üçte iki oranında düştü, ABD’de benzin satışları neredeyse yarıya indi,[2] ve CO2 emisyonlarının bu yıl %7,5 oranında azalacağı tahmin ediliyor.[3] Atlantik genelinde, AB’deki günlük emisyon yaklaşık %58 oranında düştü.[4] Birleşik Krallık’ta, Londra mevsimin beş yıllık ortalamasından %36 daha az nitrojen dioksit seviyesi ile karşı karşıya.[5]

Sokağa çıkma kısıtlaması Hindistan’ın hava kalitesini gözle görülür biçimde değiştirdi. Kaynak: © Reuters

Bu nedenle, onlarca yıldır süregelen ekolojik yanlışlarımızı tersine çevirmek beklediğimizden çok daha basit olmalıdır.

Tek yapmamız gereken, kelimenin tam anlamıyla, kısa bir süre için ayağımızı gazdan çekmek. Ve vay canına! Gezegen sihirli bir şekilde çevresel dengesini bulabilir!

Tabii ki, hiçbir şey göründüğü kadar basit değildir. Yaşamımızı pandemiye göre ayarlamanın, dünya ekonomisine 8,8 trilyon ABD dolarına mal olduğu tahmin ediliyor.[6] Hemen hemen hiçbir ülke, GSYİH’da düşme ve artan borç felaketinden kaçamadı. Bilançolar ve nihai kar zarar haneleri, devlet bütçelerinden bireysel tasarruf hesaplarına kadar hepsini vuracaktır. İnsanlar evlerine sığınmış durumda ve genellikle devlet yardımlarıyla geçiniyorlar. Kişisel özgürlükler kısıtlandı. Kısacası, eski hayatlarımızı geri istiyor ve bu nedenle virüs sonrası bir dünya hayal ediyoruz.

Ve sorun burada.

Korku ve hareketsizlikle dolu bir hayat, kirlilik yayan sanayi üzerine kurulu olan bir hayat kadar tatsız. ‘Yeni normal’ kurulduktan sonra, bu canlanmanın (ve tamamen kazara olan) çevresel iyileşmenin çoğunu mahvetmemiz uzun sürmeyebilir.

Birleşik Krallık’ın Independent gazetesi, 2008 küresel finans krizinden sonra sera gazı emisyonunda yaşanan düşüşün kısa ömürlü olduğunu ve takip eden ekonomik iyileşme sürecinde %5,1 oranında gerilediğini kaydetti.[7] Gazete, koronavirüsün kirliliği yapısal değişikliklerle azaltmadığını söyleyen East Anglia Üniversitesi’in iklim bilimci Corinne Le Quéré’in “kısıtlamalar sona erdiğinde emisyonların bulundukları yere geri dönmesini bekliyorum” ifadelerini alıntıladı.

Peki ya biraz mucize yardımıyla kirlilik, bu nispeten düşük seviyede kalabilir mi? Doğrusu, bu seviye, yeterli olmayacaktır.

BM’nin 2019 Emisyon Açığı Raporu, küresel ısınmayı 1,5⁰C[8] ile sınırlamak için sera gazlarının gelecekte yıllık olarak %7,6 oranında düşmesi gerektiği konusunda uyarıda bulundu. ABD araştırma merkezi Breakthrough Enstitüsü, 2020 Mart sonu gibi yakın bir zamanda, yılın ikinci yarısının bir çeşit ekonomik mücadeleyle geçeceğini varsayarak, 2020’deki toplam emisyonun sadece %0,5-2,2 oranında azalacağını tahmin ediyor.[9]

Toplum olarak, viral tehditlere ve iklim değişikliğine verdiğimiz tepkiyi eşit bir aciliyetle şekillendirmemiz iyi olacaktır; çünkü bu ikisi, birbirinden ayrılmaz bir şekilde bağlantılı görünmektedir.

Gözleri ve zihinleri kendi kendimizin yarattığı bir felakete açmak

Ekosistemler, kendi hallerine bırakıldıklarında çeşitlenen, kendi kendini düzenleyen sistemlerdir. Doğal biyo-genetik çeşitlilik, patojenlerin bir yer edinmesini ve popülasyonlar ve türler arasında hızla yayılmasını önler. Ancak insanlık, monokültürün sürekliliği için doğal ekosistemleri ‘modernize ederek’, BM’nin “benzeri görülmemiş bir oran” olarak tanımladığı bir oranda biyolojik çeşitliliği azalttı.[10] Sürüler ve yığınlar yoluyla genetik tekdüzeliği teşvik ederek, ortaya çıkan patojenlerin ve taşıyıcıların gelişmesi için verimli koşullar ürettik.

Leibniz Evrim ve Biyoçeşitlilik Araştırmaları Enstitüsü Genel Direktörü Johannes Vogel, patojenlerin “doğal kaynakları saygısızca kullandığımız için tür sınırlarını aştığına” işaret ediyor. Vogel, yerel toplulukları beslenme için vahşi hayvan etine muhtaç ederek patojenlerin türler arası transferini teşvik eden Afrika kıyı sularındaki aşırı avlanma örneğinden bahsetti .[11]

Daha derine inildiğinde meselenin ciddiyeti artmakta. Tarım ve kereste için ormansızlaşmanın insanlar ve hayvanlar arasındaki tampon bölgeyi nasıl daralttığını ve hayvanları insan yerleşim yerlerine daha yakın bir yerde yaşamaya zorladığını düşünün.

Dünya, 1990’dan 2016’ya kadar 1,3 milyon kilometrekarelik orman kaybetti.[12]

Uluslararası Çevre ve Kalkınma Enstitüsü (IIED) Direktörü Andrew Norton, “arazi kullanım değişikliği ve ormansızlaşma biyolojik çeşitlilik tahribatının başlıca küresel itici güçleridir. İnsanları koronavirüs gibi yeni tehditlerle karşı karşıya bırakarak daha fazla pandemi riskini arttırırlar. Kaybolan her tür, doğal ve insan sistemlerinin direncini kalıcı olarak azaltan, geri dönüşü olmayan bir olaydır” sözleriyle bunu onayladı.[13]

Ve bugünün salgınının merkez üssü olarak tanımlanan ‘pazarların’ (evcil hayvanların ve çiftlik hayvanlarının yanı sıra vahşi hayvan ticareti yapan pazarlar) yalnızca küresel olarak, mevcut kaynakları istila etmeye başlayan insan popülasyonlarını beslemek için var olduğunu unutmayın.

Öngörülebilir bir gelecek

SARS-Cov-2’nin dünyayı değiştirmek üzere bir anda yayılmasından en az dört yıl önce, Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ‘Frontiers 2016 Raporu’nda uyarıda bulundu ve ortalama olarak her dört ayda bir insanlarda yeni bir bulaşıcı hastalığın ortaya çıktığını kaydetti.

Geçmişten gelecek hakkında haber veren UNEP raporunda şunlar belirtildi: “Daha önce hiç bu kadar çok hayvan, bu kadar çok insan tarafından beslenmedi. Ve daha önce patojenlerin, vahşi ve evcil hayvanlardan biyofiziksel ortam yoluyla zoonotik hastalıklara veya zoonozlara neden olarak insanları etkilemesi için çok fazla fırsat yoktu.”[14]

Raporun arkasındaki uzmanlar, Ebola, MERS ve SARS gibi patojenleri provoke eden, medya histerisi de dahil olmak üzere insanlarda ortaya çıkan tüm bulaşıcı hastalıkların %75’inin zoonotik kökenli olduğunu fark ettiler.

Bunu “gelişmekte olan zoonotik hastalıklarda dünya çapında bir artış, epidemik zoonoz salgınları ve küresel olarak gıda kaynaklı zoonozlarda bir artış ve yoksul ülkelerde ihmal edilmiş zoonotik hastalıkların tedirgin edici bir biçimde kalıcılığı” olarak tarif ettiler.

Muhtemelen gezegendeki yırtıcı bir tür ve dünyamızın koruyucuları olarak, o zamanlar bu mesaj üzerine eyleme geçemedik… ve son derece büyük bir başarısızlık yaşadık.

Aşağıdaki şekil, zoonotik hastalıkların, pireler, keneler, sivrisinekler gibi parazitik vektör taşıyıcıları ile evcil hayvan (ve insan) popülasyonları yoluyla nasıl ‘büyüdüğünü’ ve evcil hayvan popülasyonlarının (özellikle çiftlik hayvanları) homojenizasyonunun ve insan yerleşimi ve tarım arazisinin vahşi doğaya doğru yayılmasının, patojenlerin insanlara geçişine nasıl sebep olduğunu göstermektedir.

Aşırı nüfus, kentleşme ve hareketliliğin yarattığı yıkıcı fırtına

Bu benzer görüşler, aşıların ve tedavilerin üzerinde tekrar tekrar konuşulmasına rağmen, kanıtların koronavirüslerin kalıcı olabileceğini göstermesi açısından çok çarpıcıdır.

Bu çok çarpıcı düşünce üzerimizde karanlık bir gölge yaratmaya devam ettikçe, bilim insanları neredeyse tek bir sonuca varmışlardır: COVID-19 son küresel pandemi olmayacak.

UNEP, sıcaklık, nem ve mevsimsellikteki değişikliklerin, ortamdaki mikropların hayatta kalmasını doğrudan etkilediğini ve koronavirüs ve kuzenlerinin salgınlarının iklim geliştikçe periyodik olarak ve öngörülemez bir şekilde ortaya çıkacağına işaret ediyor.[15]

Gelişmekte olan ülkeler özellikle dikkatli olmalıdır.

“Hızlı iklim değişikliği, daha az kaynağa sahip olanlar için zordur,” diyen UNEP “bu, onları daha savunmasız bırakır ve zoonotik hastalığın yayılmasından zarar görme riskini artırır” diye uyarıyor.

Artan kentleşme, şehirlerin yakınındaki et ürünlerine yönelik tüketici talebini artırmaktadır. Bu, nüfus merkezleri etrafında daha fazla hayvan yetiştiriciliğine neden olarak olası patojen maruziyetini artıran bir durumdur.

Ulaşım, iklim değişikliğine katkıda bulunan (havayolları 2013 ve 2018 yılları arasında CO2 emisyonunu %32 artırdı[16]) aynı zamanda ortaya çıktıktan sonra hastalıkların coğrafi yayılımını artıran bir diğer önemli etmen. Her gün milyonlarca insan birkaç saat içinde farklı ülkeler arasında seyahat ediyor, pandeminin küresel bir ‘başarı’ haline gelmesine ve “bildirilen ilk vakadan sonraki üç ay içinde dünyadaki hemen hemen her ülkeyi” enfekte etmesine katkıda bulunuyor.[17]

Bizler için özel olarak hazırlanmış bir dünya yaratmaya çalışırken, farkında olmadan kendimizi mikroskobik düşmanımız olan virüse borçlu hale getirdik.

Neden umudumuzu kaybetmemeli ama aynı zamanda dikkat de etmeliyiz

Küresel yönetim danışmanlığı McKinsey & Company, çevresel direncin herhangi bir kurtarma planının çekirdeği olması gerektiğine inanmaktadır.[18] Gerçekten de, Mckinsey, dünyanın şu anda iklim değişikliğine dikkat edip edemeyeceği sorusuna basitçe şu cevabı vermiştir; başka türlüsünü göze alamayız.

McKinsey, Pandemi sonrası dünyada iklim değişikliğini ele almak adlı Nisan 2020 makalesinde şunları belirtmiştir: “Güncel pandemi bize belki de tam teşekküllü bir iklim krizinin arz ve talebe eşzamanlı eksojen şoklar, tedarik zincirlerinin aksaması ve küresel iletim ve genişletme mekanizmaları açısından neler yapabileceğine dair bir öngörü sağlıyor.”

İklim değişikliğini ‘çözmek’ gibi, pandemileri ‘çözmek’ de derin bir tutum değişikliğini gerektirir, bu da benim güçlü bir şekilde savunuculuğunu yaptığım bir şeydir.

Kısa vadeli sistemleri uzun vadeli dayanıklılık sağlamak adına başımızdan atmalıyız. Bu sağlık cihazları, altyapı hizmetleri, tedarik zincirleri, şehirleşmiş bölgeler için geçerlidir.

Gerçek küresel koordinasyon ve işbirliği çağrısında bulunan McKinsey bize “pandemilerde olduğu gibi, iklim değişikliğinde de, küresel bir krizin maliyetinin, onu önlenmenin maliyetini büyük ölçüde aşmak zorunda” olduğunu hatırlatıyor.

Çevresel risklere karşı koyabilecek benzer dört strateji, gelecekteki pandemilere karşı bizi desteklemeye de yardımcı olacaktır:

  • tedarik zincirlerini kısaltma ve yerelleştirme
  • hayvansal proteinlerin bitkisel proteinler ile ikame edilmesi
  • tüketimi optimize etme
  • kirliliği azaltma

Ekonomik çöküşten kaçınırken bu değişimleri yönetme hakkında ne diyebiliriz? Pandemiler ve çevre arasındaki nihai yakınlaşmayı burada gözlemliyoruz. Koronavirüs ve iklim değişikliği ile mücadele stratejileri yakın bir uyum içindedir ve olumlu bir geri bildirim döngüsünü tetikler: eski işleri kurtarmak, yeni gelişen sanayilerde iş yaratmak, sermaye oluşumunu teşvik etmek ve ekonomik direnci artırmak.

Ulusal ve uluslararası taşımacılık için azalan talebi düşünün. Yeni yerelleştirilmiş tedarik zincirlerini düşünün. Yeşil ekonominin 2030 yılına kadar küresel olarak 24 milyon yeni iş yaratabileceğini düşünün.[19] Bu aksamalar McKinsey’nin “hızlandırılmış değişim için daha büyük teşvikler” tabirlerini destekleyecektir.[20]

Yine de, birkaç cephede dikkatli olmaya ihtiyaç vardır.

Koronavirüs durgunluğunun ardından düşen petrol fiyatları, sanayinin çarkları bir kez daha dönmeye başladığında fosil yakıtların kullanımını artırabilir. Harcayacak parası olmayan insanlar (ve hükümetler), iklim ve ekonomik öncelikler arasında seçim yapmak zorunda kalırlarsa, iklimi tercih etmek için mücadele edebilir. Azalmış servetlerden beslenen yatırımcılar, daha maceracı düşük karbon projelerine fon ayırmayı erteleyebilirler. Bir diğer senaryoda, uluslar pandeminin saldırısından yaralı ve hırpalanmış olarak çıktığından dolayı ‘her ülke kendisi için’ zihniyetinin ortaya çıkabileceği öngörülmekte.

Mesele ne yapılabilir değil, ne yapılmalı

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, 22 Nisan’da Dünya Günü vesilesiyle, bizlere pandeminin trajedisine rağmen dünyanın, gezegenin karşı karşıya olduğu “daha derin çevresel acil durumu” unutmaması gerektiğini hatırlattı.

“Biyoçeşitlilik dik bir düşüşte. İklimin bozulması, geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşıyor. Gezegenimizi hem koronavirüsten hem de var olan iklim bozulması tehdidinden korumak için kararlı hareket etmeliyiz,” dedi ve “iklim risklerinin finansal sistem için göz önünde bulundurulması ve tüm kamu politikalarının merkezinde olması gerekecek” uyarısında bulundu.

IIED’den Andrew Norton da benzer bir şekilde, “hükümetlerin birden fazla zorluğa odaklanması zor olsa da, olabilecek en kötü şeyin pandemi ile uğraşırken iklim ve biyolojik çeşitlilik kaybına karşı hareketi bir tarafa bırakmak” olduğunu belirtti.[21]

Yani, Glasgow’daki 2020 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı koronavirüs nedeniyle rafa kaldırılmış olabilir, ancak 2050 yılına kadar küresel ısınmayı durdurmak için bazı tahminlere göre gerekli olan 50 trilyon ABD doları[22], yerinde duran ve ödenmeyi bekleyen bir borç.

UNEP’in baş direktörü Inger Andersen 2020’yi “Doğa ile ilişkimizi temelden yeniden şekillendirmemiz gereken bir yıl” olarak tanımladı.[23] Nüfusun kaçınılmaz bir şekilde 10 milyara doğru ilerlemesi, insan ve çevre sağlığı arasındaki karşılıklı ilişkinin yeniden değerlendirilmesi anlamına geliyor ve bu da her sektörü, disiplini ve ulus devleti kapsayacak bir çaba. Bu, salgınların potansiyelini anlamak ve böylece hem insanlar hem de doğa için riskleri en aza indirmek üzere küresel bir çaba olarak şekillendirilmelidir.

UNEP, bu ortam karşısında, Ekosistem Restorasyonunda BM’nin On Yılı‘nı başlatarak (2021-2030), geleneksel habitatların kaybı ve restorasyonuna odaklanıyor. UNEP ayrıca karar vericilerin zihninde zoonotikler gibi konuları berraklaştırmak için dünyadaki hükümetlerle birlikte 2020 Sonrası Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi üzerinde çalışıyor.

Pandemilerin ve iklim değişikliğinin sorunları birbirinden ayrı değil. Aksine, hem stratejilerde hem de arzu edilen sonuçlarda birbirlerini güçlendiren bir konumdalar. Pandemilere karşı nihai zaferi hiçbir zaman ilan edemeyebiliriz, ancak iklim değişikliğinin sorumluluğunu şimdi alarak zarar kapsamını büyük ölçüde sınırlayabiliriz. Sadece düşüncelerimizin gelecekte olan değişikliklerden etkilenmemesiyle, güncel krizin, felç edici bir salgın hastalığın bitmeyen döngüsünde bir numara olmasını önleyebiliriz.

Önden liderlik etmemize yardımcı olan küresel bakış açısı

Abdul Latif Jameel‘de, iklim sorunuyla mücadele etmenin önemini uzun bir süredir kabul etmiş durumdayız. Bugünkü krizin trajedisi, yalnızca daha temiz bir dünya yaratma ve süregelen halk sağlığı sorunuyla yüzleşmeye olan bağlılığımızı yeniden canlandırmaya hizmet ediyor.

Birçokları yeşil enerji ve sürdürülebilir yaşama olan bağlılığımızın farkında olacak. Çevresel ve sosyal sorumluluğa odaklanarak, dünya genelinde sınırlı kaynakların tüketiminin azalmasıyla birlikte temiz enerjiye öncelik veriyoruz.

Abdul Latif Jameel Energy’nin şu anda aktif olduğu 18 ülkede, güneş enerjisi, rüzgar enerjisi, su çözümleri ve çevre hizmetlerine büyük yatırımlar yaptık. Enerji portföyümüz, birden fazla tesisimizde 5GW’lık bir güç öngörüyor; bu da daha büyük fosil yakıt yığınlarının zararlı etkilerini yıldan yıla dengeliyor.

İklim değişikliği ile mücadeleye yardımcı olmanın yanı sıra, hastalıklara ve insan sağlığına ilişkin bilgi ve araştırmaları geliştirmeye de büyük önem veriyoruz.

Community Jameel 2019 yılında, Imperial College London ile Abdul Latif Jameel Institute for Disease and Emergency Analytics (veya kısaca Jameel Institute) yani J-IDEA‘yı hayata geçirmek üzere ortaklık kurdu. J-IDEA, küresel sağlık krizlerini tahmin etmek ve önlemek için hızlı yanıt veren bir araştırma merkezidir.

J-IDEA şimdi, her zamankinden daha güncel bir şekilde, önde gelen veri bilimcileri, epidemiyologlar, biyoistatistikçiler ve yardım çalışanları için bir merkez olduğunu kanıtlıyor. Ekip, küresel sağlık ve insani krizlerin nedenlerini araştırmak için ve de bunun ardından hükümetler, kurumlar ve topluluklar için radikal yeni çözümler bulmak adına analiz ve modellemeden faydalanıyor.

MERS, pandemik grip, Ebola, Zika ve SARS gibi patojenlerin yayılımını modelleyen J-IDEA’nın ilk direktörü, Profesör Neil Ferguson’dur. J-IDEA, Community Jameel’in diğer küresel sağlık işbirliği olan ve MIT ile ortalaşa başlatılan The Abdul Latif Jameel Clinic for Machine Learning in Health veya J-Clinic‘in işlerini tamamlamaktadır. J-Clinic, yapay zekanın kanser, sepsis, bunama ve diğer nörolojik bozukluklar gibi zayıflatıcı durumları nasıl önleyebileceğine, tespit edebileceğine ve tedavi edebileceğine odaklanmaktadır.

Dünyanın şimdiye kadar bulaşıcı hastalıkların yayılması konusunda yeterince hazırlıklı olmadığı açıktır. Genel olarak hiç bir şey yapmayarak en savunmasız olanlarımızın nihai bedeli ödemesine izin verdik, ama şimdi hepimizin yaşamları veya en azından geçim kaynakları risk altında.

Çözümümüz daha da büyük, çünkü koronavirüs, ulusların dünyanın değişen ihtiyaçlarına uyum sağlamada çaresiz oldukları, hareket etmek için çok ağır, rotayı değiştirmek için çok hantal olduğu mitini kesin olarak ispatladı.

Leibniz Evrim ve Biyoçeşitlilik Araştırmaları Enstitüsü genel direktörü Johannes Vogel, “bu krizin ortasında, gezegenimizin biyolojik çeşitliliğinin ve ikliminin hızla kötüleşen durumunu kabul etmenin ne kadar sorumsuzca olduğu açık bir şekilde ortaya çıkıyor” diyor.[24] Ve ben de buna yürekten katılıyorum.

Bu pandemi, tehlike yakın olduğunda, hızlı ve tutarlı eylemin mümkün olduğunu göstermiştir. İklim değişikliğiyle mücadele etmek ve vahşi yaşamdaki yasadışı ticarete karşı önlemleri uygulamak, doğal kaynakları tüm insanların yararına kullanmak kadar mümkün. Teknolojimiz zaten var; eksik olan tek şey toplu hareket etme iradesi.

Şimdi en sonunda bu iradeye sahip olmuş durumdayız; yapmamız gereken şey, birlikte bir yol bulmak.

[1] https://www.ft.com/content/052923d2-78c2-11ea-af44-daa3def9ae03

[2] https://www.ft.com/content/052923d2-78c2-11ea-af44-daa3def9ae03

[3] https://www.eia.gov/outlooks/steo/

[4] https://www.ft.com/content/052923d2-78c2-11ea-af44-daa3def9ae03

[5] https://www.york.ac.uk/news-and-events/news/2020/research/pollutionlevelsinukcitiesdropsascoronavirusimpactsondailylifenewdatareveals/

[6] Updated Assessment of the Potential Economic Impact of COVID-19, Asian Development Bank, 15 Mayıs 2020

[7] https://www.independent.co.uk/environment/coronavirus-air-pollution-carbon-dioxide-impact-environment-climate-crisis-a9446031.html

[8] https://www.unenvironment.org/interactive/emissions-gap-report/2019/

[9] https://thebreakthrough.org/issues/energy/covid-emissions

[10] https://www.unenvironment.org/news-and-stories/story/coronaviruses-are-they-here-stay

[11] ‘Coronavirus has exposed our arrogant relationship with nature’, Johannes Vogel, Financial Times, 9 Nisan 2020

[12] https://www.nationalgeographic.com/environment/global-warming/deforestation/

[13] https://www.iied.org/covid-19-crisis-shows-governments-can-also-act-save-nature-climate

[14] https://environmentlive.unep.org/media/docs/assessments/UNEP_Frontiers_2016_report_emerging_issues_of_environmental_concern.pdf

[15] https://www.unenvironment.org/news-and-stories/story/coronaviruses-are-they-here-stay

[16] https://theicct.org/sites/default/files/publications/ICCT_CO2-commercl-aviation-2018_20190918.pdf

[17] https://www.unenvironment.org/news-and-stories/story/coronaviruses-are-they-here-stay

[18] https://www.mckinsey.com/business-functions/sustainability/our-insights/addressing-climate-change-in-a-post-pandemic-world

[19] https://www.un.org/sustainabledevelopment/blog/2019/04/green-economy-could-create-24-million-new-jobs/

[20] https://www.mckinsey.com/business-functions/sustainability/our-insights/addressing-climate-change-in-a-post-pandemic-world

[21] https://www.iied.org/coming-through-pandemic-right-way

[22] https://www.morganstanley.com/ideas/investing-in-decarbonization

[23] https://www.unenvironment.org/news-and-stories/story/coronaviruses-are-they-here-stay

[24] ‘Coronavirus has exposed our arrogant relationship with nature’, Johannes Vogel, Financial Times, 9 Nisan 2020

LinkedIn’de benimle iletişime geç